Tarihçe

Anadolu Selçuklu Devleti’nin Anadolu’ya girişi ile beraber hâkimiyet alanı yavaş yavaş genişlemeye başlamıştır. Bu dönemde Konya ve çevresini ele geçirmek için de Bizanslılarla mücadele etmeye başlamıştır. Selçuklular bu mücadeleler neticesinde Konya şehrini ele Mârtâvkustâ’n, Gevale Kalesini ise Romanûs Makri adlı Bizans valisinden almışlardır. Konya ise bu tarihten itibaren Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi olmuştur.
Gevale kalesi gerek bulunduğu yer gerekse de kalenin stratejik konumu açısından oldukça önemlidir. Bu özelliklerinden dolayı da Konya şehri genellikle Gevale Kalesi’nden müdafaa edilmiş, Konya’ya yapılacak olan saldırılarda ilk önce bu kalede karşılanmıştır. Gevale Kalesi’ne hakim olan Konya’ya da hakim olmuştur.

Kale, Roma, Bizans ve Selçuklu döneminde de önemini korumuştur. “Rum’un Kilidi”, “Konya’nın Kilidi” olarak görülen bu kale, Selçukluların Konya’ya egemen olmak için aldıkları ilk kalelerdendir.

Gevale ve çevresi tarihte önemli mücadelenin geçtiği bir yer olarak kaynaklarda yerini almıştır. 1143 yılında Selçuklu Sultanı I. Mesud ile Bizans İmparatoru Manuel Kommen arasında olan savaş Konya ile Gevale Kalesi arasında ki bir mevkide olmuştur.

Anadolu’yu baştanbaşa etkileyen Haçlı seferleri Konya ve çevresini de etkilemiş ve şehir haçlılar tarafından yağmalanmıştır. III. Haçlı seferi sırasında Konya’nın Haçlı Ordusu tarafından kuşatılması sırasında Sultan III. Kılıçarslan, Gevale Kalesi’ne sığınmıştır.
Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, kardeşi oğlu III. Kılıçarslan’ı birkaç gün bu kalede hapsetmiştir.

Bağdat Halifesi’nin elçisi olan Şeyh Şahabeddin Sühreverdî Konya’ya geldiğinde Sultan Alaeddin Keykubat, onu Gevale Kalesi’nde kabul etmiştir. Bu kayıttan Selçuklular döneminde Gevale Kalesi’nin elçi kabul edebilecek kadar donanımlı bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.

Selçuklu Devletinin önemli devlet adamlarından biri olan Sadeddin Köpek, Kemaleddin Kamyar gibi önemli Selçuklu ilim adamları ve komutanlarını Gevale Kalesi zindanında şehit edilmiştir.

1261 yılında IV. Kılıçarslan zamanında Muinüddin Pervane ile Karaman Bey, Zeynel Hac ve Bonsuz arasında Gevale Kalesi önündeki mücadeleyi Karaman Bey tarafı kaybetmiştir. Rükneddin Kılıçarslan, 1262 yılında Karaman’ın oğullarını Gevale Kalesi’nde hapsetmiştir.
Eşrefoğlu Süleyman Bey 1292 yılında, Gevale Kalesi’ni 40 gün gibi kısa bir süre elinde tutmuştur.

H.729/M.1328- 1329’da Karaman oğlu Musa Bey tarafından ele geçirilen kale yaklaşık 150 yıl Karamanoğulları hâkimiyetinde kalmıştır.

1466–1467 yılında Fatih Sultan Mehmet Karaman seferi sırasında tunç toplar ve taş top gülleleri vasıtasıyla Gevale Kalesi Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Osmanlı Tarihçisi Âşıkpaşazâde, Fatih’in, kaleyi onardığı ve içerisine askerler yerleştirdiğini söyler. Fatih Sultan Mehmet bu kaleyi almakta zorluk çektiği için Gevale Kalesinin yıkılmasını emretmiştir.

Hoca Sadeddin Efendi, iç kale yaptırılınca artık bu kaleye ihtiyaç kalmadığını, hatta Konya Kalesini tamir ettirmek için Niğde, Develi, Gevale gibi kalelerden onar er verilerek takviye edilmesi istenmiştir.

Kemalpaşazâde Gevale Kalesi için “Gevale dedikleri hisarun ki hasanetle meşhur hısn-ı mamurdu. Damend-i fethine el sundu. Zikr olan kal’anun gerçi sur-ı meni’inün burcu refi’i evc-i Süreyya’ya ermiş idi. Dıvarı üstüvarının ki sedd-i İskender’e benzerdi” derken bu kalenin çevresinin mamur olduğundan ve kale duvarlarını yüksekliği hakkında önemli bilgi vermiştir.

Hamidi; Divanında (Sıfat-i hisar-i Kevele) başlığı altında kaleyi şöyle tavsif ediyor : “Padişahın Tanrı tarafından yardım gören askeri KEVELE Kalesi’ne yöneldi. Öyle bir kale gördüm ki dokuz Felek onun dizdarıdır. Gök kubbe bu alanda onun benzerini görmemişti. Kalenin başı şerefle feleğin başına erişmişti. Etekleri de bir kemer gibi kaleyi sarmış, dimdik tutuyordu. Yıldızlar geceleyin onun burçları üzerinde ğök kandilleri gibi parıl parıl parıldıyordu. Bu bir dağdır ki burçları sanki demir direklerdir. Ferkadeyn yıldızı o dağın tepesine baş koymuştu. O sert taştan bir kale Zuhal yıldızı da onun kapucusu idi. Bu feleğin bir kalesi Behram’da onun dizdarı, muhafızı idi. Zamanın insanları ona Dar-ül-mülk adını vermişlerse de bu onun gayet yüksek ve muhkem olmasındandır. Kalenin halkı kahramanlıkta ve adam avcılığında gök gurultusu ve şimşek gibidirler. Hepsi baştan başa cebe ve cevşen denilen zırh giymişler, yay kullanırlar, ok ve tüfek atarlar, gargı tutarlar. Padişahın askeri kalenin etrafına varıp sanınca cenk davullarının sesi kalenin yukarısına cıktı. Yani kaledekiler cenk köslerini duydular. Padişah askeri savaşa azmedince Hatif dedi ki : (Ey kan tutmuş kavim onları mutlaka isteyiniz O talihli ve bahtiyar şah Al l a h taralından tey'id edilmiştir, O felek mertebeli yüce şah S u l t a n Mehmed'dir)”.
İç kalede, hükümdar kasrı, dizdar ve iç hazine daireleri muhafızların oturacakları yerler, cephanelik, erzak ambarları ve 17 sığınak olup buralar, barış zamanlarında hapishane olarak kullanılmıştır. Ayrıca kalenin doğu tarafında savunma kuleleri mevcuttu.

Selçuklular ve Karamanoğulları döneminde “Darü’l-mülk” yani hükümdarın ikamet ettiği yer gibi gösterilen Gevale Kalesi’ne Selçuklu Sultanlarının başları sıkışınca devlet hazinesi ve icabında ordunun mühim bir kısmını bu kaleye nakletmişlerdir.

Gevale Kalesi Selçuklu hükümdarlarının aynı zamanda eğlence yeri idi. Sultanlar, yaz mevsimlerinde buraya giderek eğlenceler tertip eder, kış mevsiminde de buradan ava çıkarlardı. Ahmet Eflâkî, Gevale Kalesi dizdarı olarak Emir Necmeddin’den bahseder. Buraya, Mevlânâ ve Ulu Ârif Çelebi’nin de zaman zaman çıktığından ve buradaki papazlarla sohbetlerinden bahseder. Selçuklular döneminde Gevale Kalesinin bulunduğu bölgenin çam ormanları ile kaplı olduğu çeşitli yayınlarda yer almaktadır.

Osmanlı dönemindeki belgelerden Gevale Kalesi ve çevresinin başka bir işlevi de olduğu anlaşılmaktadır. Gevale Kalesi, yüksekte olduğundan dolayı Ramazan’da Konya çevresinde hilalin en net görüldüğü noktalardan biriydi. Bu sebeple bazı dönemlerde Gevale Kalesi civarından hilalin tespiti yapılıp, kadıya haber verilir ve kayıtlara da geçirilirdi. Buna göre ramazan ayı ve bayram başlatılırdı. 01 Ramazan 1252/10 Aralık 1835’te Saray Köyü muhtarı Mehmet ibn el-Hâc Ahmet ve İbrahim ibn Abdullah Gevale adlı dağda ramazan hilalini gördüklerini mahkeme huzurunda beyan etmişlerdir. Selh-i Şaban 1308/10 Nisan 1891’de Sarayköy’de Takkeli Dağ’da Belcik Tepesi’nden hilal görülmüş ve durum kadıya bildirilerek kayıtlara geçirilmiş ve bayram başlatılmıştır. Selçuklular döneminde Gevale çevresinde bostanların olduğu bilinmektedir.

Konyalı İbrahim Hakkı, “Kaleye çıkarken batı eteğinde kükürtlü bir su kaynağı vardır. Halk bu suyun uyuza, kaşıntılara ve deri hastalıklarına iyi geldiğine inanırlar. Yaz günleri buraya birçok hasta gelir, su dökünürler”. 2013 yılında yapılan kazı çalışmaları sırasında benzer durumla karşılaşılmış olup bu inancın hala devam ettiği görülmüştür.